26 Ocak 2012 Perşembe

ekşi sözlük - kutsal bilgi kaynağı


Kutsal bilgi kaynağı “ekşi sözlük” üzerine…


Aslında hepiniz sözlük yazarısınız
Bazı şeyleri çok basit yazmak gerek belki. Sonra mümkün olduğunca tekrarlamak. BirGün’de yazdığım Köşe Vuruşu yazılarının ilk aylarında ‘Ekşi Sözlük’ten kaç Hıncal Uluç çıkar?’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Farklı cümlelerle ve farklı örnekler üzerinden de olsa o yazıda yazdıklarımdan fazlasını yazmayacağım. Çünkü tartışma aynı tartışma. Eski bir Ekşi Sözlük yazarı olarak, Ekşi Sözlük’e içeriden bakmayı denerim belki fazladan.

“ÖZET GEÇ LAN…”CILAR İÇİN
Son dönemde sözlükle girdiği atışmayla gündeme gelen Fatih Altaylı’dan önce Ekşi Sözlük ile tartışmaya giren çok oldu. Bunların en önemlisi, medyamızın gediklisi Hıncal Uluç’tu. Hıncal Uluç, köşe yazarlığımızda bir tür olarak ele alınmayı fazlasıyla hak ediyor. Onu bir tür olarak ele aldığımızda ise bir ortak parantez çıkıyor. Aslında Hıncal Uluç ve Hıncal Uluç gibiler vasatından birer Ekşi Sözlük yazarı gibiler. Son dönemin popüler sözlüğü İnci Sözlük’ün “özet geç lan p.ç” mottosuna inanıyorsanız, burada ayrılabilirsiniz. Çünkü yazının bundan sonrası bu sonuca ulaşmak için mavra olacak. Kimisi benim gibi mavradan hoşlanır, onlarla devam edebiliriz.

ZEKİ MÜREN DE SİZİ GÖRÜYOR
Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği Vizontele filminde unutulmaz bir sahne vardır. Belediye Başkanı köye yeni gelen televizyonu tanıtırken “bu, radyonun resimlisidir” diye tarif eder. “Hani Zeki Müren’i dinliyordunuz ya; artık hem dinleyecek, hem de göreceksiniz” örneğiyle televizyonu tanımlar. Bunun üzerine, filmde Cem Yılmaz’ın canlandırdığı karakter, aslında epey ironik olan şu soruyu sorar: “Peki, Zeki Müren de bizi görecek mi?” Belediye Başkanı’nın bu soruya verecek cevabı yoktur.

Çünkü bu sorunun cevabı genelinde internet ve özetinde Ekşi Sözlük’te saklıdır. Ekşi Sözlük, Zeki Müren’in de onları görmesidir. Zamanımınız ünlülerinin gördüklerinden hoşlanmaması boşuna değildir. Çünkü iletişim süreci tamamlanmış, karşılıklı hale gelmiştir. Yıllar yılı; ona, buna hatta yeri geldiğinde halka; “göbeğini kaşıyan adam” yahut “bidon kafalılar” diye halka sallayan köşe yazarları da birer benzerlerini karşılarında görünce bir miktar afallamıştır.

EKŞİ SÖZLÜK TEK VÜCUT MU?
Bu yazının yazıldığı an itibariyle Ekşi Sözlük’ün toplam 190.392 kullanıcısı var. Bunların 27.020 tanesi yazar statüsünde. 58.299 kişi yazarlık şartlarını tamamlayıp, yazar olmak için onay bekliyor. 145.039 kişi ise çaylak olarak üye olmuş. Rakamların büyüklüğüne bakarsak, küçük bir mantık yürütmeyle böyle bir örneklemin asla tek vücut olamayacağını görebiliriz. Öğrenciden akademisyene, ağır entellektüelden fanatik futbol taraftarına kadar on binlerce insan. Böyle bir kitleyi biraraya getirirseniz inanılmaz bir bilgi birikimine ulaşırsınız.

Buna karşılık daha büyük bir bilgi çöplüğüne ulaşacağınız da aşikâr. Çöple değerli olanı ayırmaksa, sizin ne kadar iyi bir internet kullanıcısı olduğunuza bağlı. Malum ‘yere düşen altın değer kaybetmez.’ Ama kolaycı bir köşe yazarıysanız, bu kadar büyük ve hiç de homojen olmayan bir kitleyi aynı ulvi amaç için biraraya gelmiş sanabilirsiniz. 3-5 kişilik arkadaş grubunda bile bu akşam nereye gideceğiz tartışmasına bakmanız, 27.000 kişinin içinde ne fikir ayrılıkları olacağını anlamak için yeterli. Ancak köşe yazarlığı ehliyeti dağıtılırken bu derece düşünme yetisi aranmayabiliyor bazen.

BEN SÖZLÜK YAZARIYKEN
Ekşi Sözlük’le 2001 yılında tanıştım. 2004’te ise sözlük yazarı oldum. 2004’e kadar çeşitli gazetelerde yazılarım çıkmış, ancak doğru düzgün bir geri dönüş alamamıştım. Sözlük’te ilk hoşuma giden, yazılanlara anında geri dönüş alıyor olmamdı. Üstelik varsa yanlışlarım düzeltiliyor, eksiklerim başka bir girişte tamamlanıyordu. Özellikle fikir içeren başlıklarda girilen ağır polemikler ise beni gerçekten zorluyordu. Üstelik orada herkes eşitti. Kimse kimseye ismi Hıncal yahut soyadı Ardıç diye fazladan bir saygı göstermiyordu. Ekşi Sözlük’te 2009’a kadar yani beş yıl aktif olarak yazdım. Çok şey öğrendim, ama sonra bir nedenle yazmamaya başladım.

TROLL AKINI
Benimle birlikte pek çok arkadaşımın Ekşi Sözlük’ten soğumasını sağlayan şey troller oldu. Sözlük’te troll kavramı yanılmıyorsam 2008 yılında ortaya atıldı. Uçlarda bir görüşü başlık olarak açıp, sonra altına gelen olumsuz tepkilerle sazan avladığını sananlara troll dendi. Troller, örneğin; ‘Polis copundan tahrik olan solcu hatun’ gibi başlıklar açarak gelen ağın tepkilerle kendini tatmin etti. Trollerin içinden popülerleşenler oldu. Trollerin kimisi Kemalistleri, kimisi solcuları, kimisi İslamcıları, kimisi kadınları hedef aldı. Tek dertleri konuşulmak ve ünlü olmaktı. Nitekim sözlük içinde ünlü oldular da. Peki bu hikâye size tanıdık gelmedi mi? Şu an etrafta ünlü köşe yazarı payesiyle dolaşanların sözlükteki kadar abartılı olmasa da, yaptığı bu değil mi? ‘Büyük’ üstad Hıncal Uluç, meslekte başarının sırrının hep konuşulmak olduğunu söylemiyor mu?

MESELE EKŞİ SÖZLÜK DEĞİL MESELE…
Daha önce de yazmıştım. 2000’lerin başından bu yana Ekşi Sözlük’ü takip eden biri olarak iddia ediyorum ki, fırsatları olsa Ekşi Sözlük’ten medyamızın şu anki köşe yazarları gibi onlarcası çıkar. Mevcut köşe yazarlarıysa bunların arasında vasat bir yerlerde kalır. Çünkü artık okur, edilgen değil. Sürece dahil olmak hatta yer yer şekil vermek istiyor. İnternet bunun için zemin teşkil ediyor. Hani bir ara tasfiye lafı moda olmuştu ya. Birileri medyadan tasfiye edilecekler listeleri filan yığmıştı üzerimize. Bence asıl tasfiye olacaklar, Ekşi Sözlük’ü anlamayanlar olacak. Ezel’in Ramiz Dayı’sı gibi bitirecek olursak; çünkü mesele Ekşi Sözlük değil mesele, mesele internetin ruhu yeğen!

ÜMİT ALAN

***

Bir laboratuvar alan olarak ekşi sözlük ve diğerleri
2000’li yıllarda hayatımıza daha organik biçimde giren internet toplulukları, aradan geçen 10 yıllık süreçte gözle görülür bir fark edilirlik ve büyüme yaşadılar. Sözlük formatı olarak kurgulanan ilk site şu anda benim de yazarı olduğum ‘ekşi sözlük’tü. Daha sonra Uludağ sözlük, sosyomat, itü sözlük gibi topluluklar da ortaya çıktı. Hatta İHL (İmam Hatip Liseliler) sözlük gibi daha tematik topluluklar da söz konusu… Bugünlerde ana akım medyanın yazarları ve bu topluluklar arasındaki çeşitli polemikler ve karşılıklı etkileşim hali konuyu, üzerinde daha fazla kafa yorulası duruma getirdi. Peki, 10 sene önce kimsenin sözünü bile etmediği bugünse Nihat Genç’in, Fatih Altaylı’nın, Hıncal Uluç’un, Murat Bardakçı’nın hakkında feryat figan yazılar yazıp konuştukları bu topluluklar nasıl bu kadar dikkat çekici hale geldi? Bununla ilgili bir fikir sahibi olabilmek için en azından bu toplulukların bileşenlerini ve sürecin kabaca bir alt yapı-üst yapı ilişkisini incelemek gerekir diye düşünüyorum.

1980 sonrası süreç hepinizin malumu, tekrar etmeye gerek yok. “Özet geç”, diyenlerimiz olursa Can Kozanoğlu’nun Cilalı İmaj Devri kitabından Turgut Özal yazısının başlığını alabiliriz; “bi İngilizce bi bilgisayar biraz korku biraz hayal”… Ve karşınızda beyninin kıvrımlarına kadar İngilizce, bilgisayar, kariyer planı, kalite vb. kavramlar sokulmuş bir kuşak arz-ı endam ediyor. Evlerinde bilgisayarları var, çoğunun aklına bir kavramın önce İngilizcesi geliyor. Fakat 2000’ler onlara Özal’ın vaat ettiklerini vermedi. Ödemeleri gereken onlarca fatura, kira, dışarı çıkmak istediklerinde ödenmesi gereken yüzlerce liralık hesaplar… Kimisi yeni üniversiteyi bitirmiş mutsuz ofis çalışanı, kimisi akşam ne yiyeceğini düşünen mutsuz üniversite öğrencisi… Şu anda önlerindeki en ‘rantabl’ sosyalleşme aracı internet toplulukları, yani sözlükler… Çünkü sözlükler dışarıdan daha ucuz, dışarıdan daha güvenli… Fikrinizi söylediğinizde ailenizden, öğretmeninizden, komutanınızdan, patronunuzdan fırça yeme ihtimaliniz yok, hatta çok canınız sıkılırsa küfür bile edebilirsiniz. Yıllarca sadece gazetelerde köşe yazılarını okuduğunuz gazetecilerle ilgili konuşabilirsiniz ya da bir şarkıcı, oyuncu hakkında yorum yapabilirsiniz. Memleket gündemine dair politik konular da tartışılır bu topluluklarda, gün olur Kürt sorunu tartışılır, gün olur milliyetçilik gün olur yoksulluk…

ZEKA VE POLİTİK BİLİNÇ
Sözlüklerle ilgili tespitte bulunurken bu iki kavramın da açıklanması gereklidir. Sözlük yazarlarında genel olarak zeka parıltıları görebilirsiniz. Örneğin “ABD özgürlüğün garantisidir” veya “AKP laikliğin en büyük güvencesidir” gibi başlıklar açıp altına “şakaysa hiç komik değil ciddiyse çok komik” gibi yorumlar yazılabiliyor. Fakat iş politik bilinç kısmına geldiğinde tablo pek iç açıcı değil. Sözlüklerin bileşenlerinin büyük kısmı memleket ahvalini de yansıtan şekilde liberal, milliyetçi, muhafazakâr katmanlardan oluşuyor. Örgütlü sosyalistler sayılarından daha büyük bir hegemonik güce sahip olsalar da, genel olarak ana kamplaşma ulusalcı-İslamcı çatışmasında gerçekleşiyor. Bu yüzden politik tartışmalar bazen Hacivat-Karagöz oyununa dönebiliyor. Marx’ın dediği gibi; “İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen, onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler.” Yani sözlük; ulusalcısından, İslamcısına, liberaline aslında kendi sınıfının reflekslerini gösteriyor. İşbu sebeple; örneğin Kürt sorunu ile ilgili neden-sonuç ilişkisi kuran bir yorum yazıldığında topluluğun bir kısmı tarafından ‘sözlükteki PKK sempatizanları’ başlığı altında değerlendirilme ihtimaliniz yüksek… Benzer algı merkezi kodlamasına göre AKP’nin neoliberal politikalarından, yoksulluktan, işsizlik ve güvencesizlikten bahsettiğinizde Ergenekoncu olabiliyorsunuz.

Bu sınıfın kültürel kodları gereği örgüt kelimesinin akla ilk getirdiği şey; yasadışı silahlı örgütler ve dolayısıyla terör, örgütlü siyaset hayatını bilen az sayıda yazarı dışında okulunda, mahallesinde veya iş yerinde siyaset konuşmayanlar ekşi sözlüğün steril dünyası içinde ‘ayar’ peşinde koşabiliyorlar. Bu da; ‘hayatı entry tadında yaşamak’ olarak tarif edebileceğimiz kendine has bir orta sınıf hastalığını ortaya çıkarıyor. Biraz Nihat Doğan’a, biraz karikatür köşe yazarlarına ayar veriyorsunuz, üstüne de biraz Ezel biraz Aşk-ı Memnu yorumu ve hayat bu kadar kolay! Sağlığın ve eğitimin adım adım özelleştirilmesine, özlük haklarının her gün biraz daha eridiği çalışma hayatına dair öfke ve ironi, futbol figürlerine veya kadın-erkek ilişkisine olan kadar dikkat çekici değil. KESK ve Eğitim-Sen başlıkları toplam 5 sayfayken Ahmet Çakar başlığı 61 sayfa. Yani derya içre olup deryayı bilmemek, her ataması yapılmayan öğretmende, her işsizde, her mutsuz üniversite öğrencisinde anlatılanın aslında kendi hikâyeleri olduğunu bilmemek durumu sözlüklere hâkim dersek, haksızlık etmiş olmayız. Sözlüklere büyük anlamlar yükleyen, bu muhaliflikten egemen sınıfı rahatsız edecek bir çıkış bekleyenler Godot’yu beklediklerini bilmeliler. Üstte değinilen burjuva basını-ekşisözlük yazarları arası gerilim herhangi bir medya patronunu rahatsız etmez. Son tahlilde ‘trend’ olan hangisiyse kadrosuna dahil eder ve geçer. Örgütlü hayattan, sendikadan, emekten, yoksulluktan bahsetmeyen, zekasıyla sivrilmiş bir veya iki sözlük yazarını sos olarak gazetesine dahil de edebilir.

ANA AKIM MEDYA-SÖZLÜKLER GERİLİMİ
Nihat Genç bir aralar -olumsuz bir anlam yükleyerek- ekşi sözlüğün büyük kısmının Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Barış ve Demokrasi Partisi (sanırım Nihat Genç’in bu tespiti yaptığı yıllarda HADEP) üyelerinden oluştuğu minvalinde bir şeyler söylemişti. Bu kadar sığ bir bakış açısına sözlük diliyle cevap vermek gerekirse; “tespit yapma demiyorum, hobi olarak yine yap”… Aile, öğretmen, komutan, patron otoritesinden an itibariyle sıyrılan her orta sınıf bireyin görece özgürlüğünü böyle yorumluyor Nihat Genç. Sözlükler veya ekşi sözlük Nihat Genç’in dediği gibi olsaydı, Türkiye bir miktar daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir memleket olurdu.

Fatih Altaylı-Murat Bardakçı ikilisi ise ekşi sözlük üyelerini işsiz güçsüz takımı ve şerefsizler olarak tarif etmişti. Bu ikilinin tarifi için Sakallı Celal’in; “bu kadar cehalet de tahsilden olsa gerek” sözü uygun düşer sanırım. Son günlerde Hıncal Uluç vb. yazarlar da ekşi sözlükle ilgili yazılar yazdılar. Hepsinin ortak noktası tespitlerin ‘sığlığı’ ve ‘çocuksuluğu’. Çıkış noktaları ise kendileri hakkında yazılan olumsuz yorumlar; fakat yorumlardan rahatsız olan bu yazarlar bunun çok daha görünür olanını on yıllardır iktidar sembolü köşelerinden arkalarında holding patronlarıyla yapıyorlardı. Şimdi yaşadıkları trajedinin altında, karşılarına kendileri kadar okunan başka bir kanaat yayma mekanizması çıkmasından başka bir şey de yok.

Sonuç olarak gelişen internet toplulukları ve en dikkat çekici olanı ekşi sözlük ile ilgili şunu söylemeliyim ki; bu topluluklar bir çeşit laboratuar alanı gibi, izleyip orta sınıfın tepkilerini görebilirsiniz. Metod bildikten sonra, üretim ilişkileri ile kültürün arasındaki bağı kurduktan sonra sözlükleri yerden yere vurmanız ya da idealize edip güzellemeniz oldukça anlamsızdır.

EMRAH ÇETİN

***

(Bkz. Suya yazmak)
Bildiğim, tanıdığım, izlediğim, yazdığım bir tane sözlük var, Ekşi Sözlük. Sadece onun hakkında bir-iki kanaat savurabilirim, diğer daha dar cemaatlerde neler dönüyor pek bilmiyorum. Şu aralar “dedeler” diyorlar, “adam haklı beyler” diyorlar, ergenler bir oyun çıkarmışlar ovalara yayılmış. Şahin K. replikleriyle konuşmaktan haz alan mühendis oğlanlar vardı bir ara, ona benziyor sanırım? (Hakkı Devrim modundan hızla uzaklaşmalıyım.)

Sözlüğümü yeri geldi mi kollarım. Erişmesi ve içeriğini gözetlemesi blogların sanal uzayını denetlemekten daha kolay olduğu için belki, ve tabii popülerliği sebebiyle, ‘yasal’ sansürün hedefi olduğunda üzerime alınırım. Zira İnternet’te içerik üretimi etrafındaki otoriter tasarılar, yeni bir teknolojiye cevaben türemiş yeni bir politik kültürün içinden çıkmıyor. Bu kültürün izini gazeteciyi işkencede öldürenlerin, politik karikatüre tahammülü olmayanların, Kürt meselesinde gücün yüzüne doğruyu haykıran yazara dava açanların, ‘orantılı’ güç kullanıcılarının ‘söylenmesi zorunlu olan’ ve ‘söylenemeyecek olan’ hakkındaki varsayımlarında sürebiliyorum. Ekşi Sözlük’te Yılmaz Özdil veya Adnan Oktar hakkında yazma hakkını, aynı zamanda başkalarının hoşuma gitmeyen şeyler yazma hakkını da, sitenin tasarımının yüzü suyu hürmetine değil, bu aykırı ses sevmez politik kültürün tasfiyesini zorlayabilmek için, savunmalıyım.

Yeri geldi mi de Ekşi Sözlük’ten tiksiniyorum. Kısmen nedenini 2 hafta önce yazdım, tekrar uzatmaya gerek yok: Memleketin bazı hallerinden tiksinmekten bir farkı yok. Seçkinci bir burun kıvırmadan bahsetmiyorum. Bugün Osman Pamukoğlu’nun gün aşırı ekranda bana doğru kaşlarını çatması (Red Kit’teki cenaze levazımatçısı figürünü anımsatıyor, hani suçluları öldürmediği için Red Kit’e celallenen, omzunda akbaba, sırtında tabut ile dolaşan tip) bende nasıl bir his yaratıyorsa, Sözlük’te milliyetçi nefretle yazan yüzlerce kullanıcı da aynı hissi yaratıyor.

Sözlük ve klonlarının nasıl bir sosyallik arzettiğini nesnelleştirip duruyoruz, bugün Ek’te buna girişen başka yazılar da okuyacaksınız eminim. Ben bu sefer bir nebze öznelleştireyim: Neden yazıyorum, neye yarıyor?

Herhangi bir hiyerarşiye koymadan, birkaç sebep: Bir, performans tabii. Benliğimin bir başka temsiliyet biçimi olarak, entrylerle sahne almak. Kafası almayanlar “nickin arkasına gizlenmek” diyor galiba, ‘çevrimdışı’ hayatlarında icra ettikleri oyunlarda hiçbir şeyin arkasına saklanmıyor olsalar gerek. Bu performansı ‘postmodernite’ gibi şeylere bağlamaya da hiç lüzum yok: Öfke çekerek, ilgi toplayarak, tasdik edilerek yahut kınanarak topluluk içinde sosyal sermaye biriktirmek, fark / tefrik edilmek – modernliğin çok çok öncesinde de var olan insana dair bir yatkınlık bu.

İki, yazma sevgisi. Bunun doğrudan Ekşi Sözlük’le bir ilgisi yok ama bu arayüzün sağladığı ‘anında yayınlanma’, ‘anında yorum alma’ gibi kolaylıkların bunu besleyici etkisi oldu yıllar içinde. Meslek gereği bir dergi, bir derleme vs. için yazarken hissettiğim heyecanı ve sorumluluğu, keyfim için Sözlük’e yazarken de hissettim. Yazmayı farklı tecrübelerle sevmeyi öğrendiğimi düşünüyorum: Basit yazmak, anlaşılma kaygısı edinmek, mizah yapmaya çalışmak, ironik veya kinik olabilmek… Bunları becerebilmek ise ayrı bir şey. Üç, meydanı boş bırakmamak. Otoriter bönlüğün, bağnazlığın her çeşidi ziyadesiyle mevcutsa Sözlük’te, yaşadığımız diğer her yerde olduğu kadar, iki çift lafı aptaldan esirgememek gerek. Bunun, meslek icabı bilgi ile uğraşmaktan gelen, bilgi ile uğraşır gibi yapan ersatzlardan yaka silkmiş olmakla alâkalı bir boyutu da var tabii. Benim için böyle. Ama Sözlük’te şovenistine, ırkçısına, ulusalcısına, homofobiğine, cinsiyetçisine, vb.’ne ayar vermek için didinen başka bir sürü insan var. Bilgiyi kollamaktan daha derin bir mesele: Yaşama haysiyetimizi kollamak. Ekşi Sözlük’te bunu yapmaya çalışmanın politik içerimlerini abartacak değilim. Lakin oturduğun yerden yapılıyor diye küçümsümemeli.

Liste daha uzar: Eğlence, sosyalleşme, vs. Yerim dar. Öznelleşeyim deyip arada yine nesnelleştim belki ama, son bir samimi kanaatimi daha yazıp bitireyim: Hasımda hısımda yazdığım ıvır zıvır ile yarattığımı düşündüğüm etki egomu da okşasa, canımı da sıksa, yazmayı hâlâ sevsem de, 6 sene sonra daha ağır basan hissiyâtım, sonuçta suya yazdığımdır. Bu belki soğuk, ama sinik bulmadığım bir gözlem. Suya yazmanın da bir sanatı var ne de olsa. Bulduğum bir desen, yüzeyden silinip kaybolmadan birinin ufkunda ufak da olsa hayırlı bir değişiklik yaratabilmişse, suya yazmışım, ne gam.

EMRAH GÖKER (emrah.gokerr@gmail.com)

***

Façaların bozulduğu yer: Ekşi sözlük
‘Bu ekşi sözlük de çok oluyor artık…İsimlerini gizleyerek konuşan yeni yetme ‘looser’lar…Erkekseniz buraya gelin ödlekler!’ Kontrol altına alamadıkları muhalefetten çok rahatsız olan bir grup ayrıcalıklı insanın kendilerini eleştiren ekşi sözlük kullanıcıları için ne zamandır böyle canhıraş feryatlarını dinliyoruz. Kurdukları dil öyle üsten, öyle aşağılayıcı. ‘Bir baltaya sap olamamış kompleksli tiplerdir bunlar’ diyorlar. Siz benim külahıma anlatın onu. Bal gibi de biliyorsunuz nasıl da zehir gibi zeki olduklarını. Mizahlarının ve eleştiri düzeylerinin buz gibi farkındasınız. Ürktüğünüz de bu zaten. Her bulunduğu yeri hak etmeyenler gibi sizler de en çok kendinizde olmayan mizahtan ve zekadan rahatsız oluyorsunuz. Üstelik sadece Ekşi Sözlük’e de değil, underground diyerek ötelediğiniz medyanın hemen her bölümüne nefretiniz bundan. Bu kadar gazeteleriniz, ekleriniz, televizyon programlarınız var. Bir tane Zaytung ya da ‘ekşi Sözlük’ kadar coşkulu işiniz var mı? yeniHarman gibi, Express gibi cesur bir tane mecranız var mı yazacak? Yok ve olamaz. Biatın ve sığlığın merkezindesiniz çünkü ve ne yazık sizlere ki; varlığınız o düzenin devamına bağlı.

Gelin eğri oturup doğru konuşalım. Sizce ana akım medyanın sıkıcı sığlığına karşın internet blogları dahil olmak üzere neden yer ltı iletişim mecraları böyle coşkuyla parlıyor? Bütün değerli işler neden marjinallerden çıkıyor? Bunu hiç düşündünüz mü? Sizce bu asimetri doğal mı? Aynı ülke insanlarının düşünce ve üretkenlik gücü, iki medya arasında bu denli değişiklik gösteremeyeceğine göre demek ki bazı insanları bazı yerlere almayan kapalı bir düzen söz konusu. Ekseriyetle yeteneksizleri meşhur ve mevki sahibi eden, yeteneklileri de dışarı iten bir düzen bu. Varlık nedenini, paranın dar çevreler tarafından kontrol edilmesi arzusundan alıyor. Çünkü sermayenin olduğu her yerde o gücü kontrol altına almış klikler var. Bu çeteler için en büyük tehdit, kendilerinden yetenekli insanlar. O yüzden fiktif mitoslarını yaratarak kendilerine dönük her türlü muhalefeti engelliyorlar. Kontrol edemedikleri eleştirinin membalarından birisi olan ekşi sözlüktekileri neredeyse dövecek kadar öfkelenmeleri bu yüzden. Aslına bakarsanız kaygılarında haksız değiller. Çünkü onlar etraflarında hık deyicileri ile yaşamaya alıştıkları toz pembe dünyalarında kendi tanrıcılıklarını oynamak istiyorlar. Oynuyorlar da zaten. Ne güzel işte. Ama bu onlara yetmiyor. Gerçeğin ortaya çıkabileceği en ufak bir delik bile kalmasın istiyorlar. Yeteneksizleri yüzlerine asla vurulmasın istiyorlar. Sonradan görme zenginlerin anlatıldığı Türk filmleri geliyor aklıma. Hani onları eskiden tanıyan kimse kalmasın isterler ya etraflarında… Çünkü artık gerçek, keyiflerini kaçıran bir ayrıntıdır. Bunlar da öyleler. Kendi çapları yüksek sesle söylendiğinde küplere biniyorlar.

Ekşi sözlük, internet gibi kaygan bir zeminde popülerliğini kaybetmeden kendisini yıllardır hep canlı tutabilmiş en özgün sitelerden birisidir. Dahası bir eleştiri ve muhalefet platformudur. Niceleri moda oldu, geçti, niye ekşi sözlük hâlâ duruyor? Çünkü Türkiye’ye özgü müthiş bir girişim olan bu fikir, gücünü varlığına olan sosyal bir ihtiyaçtan almaktadır. İnsanlar, hegemonik düşüncenin dışında bir şeyleri düşünmek, çekinmeden konuşmak istemektedirler. Ülkemizde bunu kağıt yoluyla yapmanın ne kadar zor olduğu, bunu deneyenlerce maruftur. Basın yayının bütün kanallarını ele geçirenler, yıllardan beri karşılarında bir çatlak ses duymamak için ceberut bir tekeli var güçleri ile yaşatmaktadırlar. Bu ülkede dergi çıkarmanın, gazete basmanın, dağıtmanın, bayide sergilemenin faşizan sermaye karşısında nasıl öldürücü bir mücadele gerektirdiğini bilenler, ne söylediğimi gayet iyi anlayacaktır.

Peki, bu krallığın karşısında bir söz söyleyebilmenin yolu nedir? İşte hiç şüphesiz Ekşi sözlük bunlardan birisidir. Onların ak dediğinin koşulsuz kabul edilmediğinin, yutturulmaya çalışanların yenmediğinin haykırıldığı yerlerden birisidir. Yarattıkları illüzyon balonuna batırılan küçük iğnelerden dehşete düşenlerin homurdanmasında bu girişimin haklılığının kanıtı vardır. Yoksa değerleri kendilerinden menkul bir sürü tipin foyası nasıl ortaya çıkacaktır? Egemenlerin düşledikleri ideal dünyada, örneğin onlar Tuna Kiremitçi’ye yazar veya sinemacı yok olmadı şarkıcı diyecekler herkes kabul edecektir. Balçiçek Pamir’e gazeteci ya da Nazlı Ilıcak’a aydın diyecekler insanlar eyvallah diyecektir. Halka, kabare oyuncularını aktör diye, sığ laf ebelerini yazar diye, cahil ve cüretli tipleri sanatçı diye gazlayacaklar; ahali de buna doğru diyecektir. Öyle yağmanın olmadığının söylenmesine bozulmaları çok doğaldır.

Bugün ekşi sözlüğe getirilen en büyük eleştiri; yazanların, gerçek isimlerini neden sakladığı üzerindendir. Bu çevrelerden gelen böylesi ‘etik’ eleştirileri bana, işçisini haftada 90 saat çalıştıran bir patronun, iş kanununu gerekçe göstererek onu bir yılı dolmadan izne bırakmamasını hatırlatır. İşine geldiği gibi etiği kullanamazsın. Ahlak talebi, kuralları ahlaksızca koyanlardan geldiği anda anlamını yitirir. Bu ülkede egemenin, güç sahibinin aleyhinde konuşanın burnundan fitil fitil getiren bir düzen varsa isimleri gizlemek neden yanlış bir yol olsun ki? Siz karşınızda kimi özgürce konuşturdunuz ki? Bu ülkede bir güç sahibini eleştirdiği için işinden, ekmeğinden, özgürlüğünden ya da canından olanların isimlerini yazsak ne bu gazetenin sayfaları yeter ne de diğerlerinin. Öyleyse ne yapılacaktı? Haramilere boyun mu eğilecekti? Elbette konuşacak insanlar. İnsanların isimlerini saklayarak korunmaya ihtiyaç duymaları o insanların değil bu ülkenin sorunudur. Ne bekliyordunuz kendilerini açık edip gazabınıza mı uğrasınlar? Her türlü silahı kullanarak milleti ahlaksızca sindirme gayretinde olanlar eğer ‘Ama onlar da isimlerini saklıyorlar bak, hiç etik değil’ derlerse haklı değil sadece gülünç olurlar.

Son Fatih Altaylı örneğinde hazret onlara ekrandan nasıl sesleniyordu? ‘Erkekseniz buraya gelin ulan’ Milyon dolarlık adam, yüz milyon dolarlık yığışımın ilahlarından birisi olarak muhtemelen Beşiktaş’ta bir öğrenci evinde cebinde 20 lira bile olmayan bir çocuğa işte böyle sesleniyordu. Nasıl gelsin o çocuk oraya? Asıl erkekseniz siz gelin halkın arasına? Asıl erkeksiniz siz atıp kenara şu süslerinizi bir çıplak gelin, anlayalım kalibrenizi. Gazete diye çıkardıklarınızın kalitesini konuşalım. Sizi kaç kişinin okuduğunu konuşalım. Var mısınız? Bir şu köşe yazarı dediğiniz adamların fikirlerinin kıratına bakın, bir de sizleri atlayıp da bir sayfacık yazı yayınlatmak için kapılarda bekleyen ülkenin geri kalan aydınlarının. Erkekseniz siz yüzleşin sıradanlığınızla. Bu birilerini dövmekten çok daha zordur inanın. Bence erkeklik arıyorsanız işte bu çocukların sizi davet ettiği o yüzleşmedir. Asıl er meydanı orasıdır. Kapılarında otomatik silahlı korumalarınızın olduğu, herkesin karşınızda el pençe oldu TV binalarınız değil.

Beni ekşi sözlüğü tek başına bir kişi olarak düşünüyorum. Devinen, çalışkan, zeki ve öfkeli bir kişi. Her öfkeli insan gibi o da zaman zaman hata yapıyor. O da hakkını alamamış herkes gibi bazen hoyratlaşabiliyor. Viran eylediği perde çok. Ama onu hatalarıyla seviyorum. Onu bu ülkenin her alanda kurulmuş oligarşilerine bir başkaldırı çabası olarak görüyorum. Bu site güç sahiplerinin manipülasyonundan korunarak, onların aurasına ve kontrolüne girmeden asi bir ses olarak kalmalıdır. Ben Ekşi’nin ve benzerlerinin insanların ‘Kral çıplak’ diyebildikleri platformlar olarak yaşamasını ve sayılarını artırmalarını çok önemsiyorum. Yoksa her zaman birileri süsle, makyajla kendilerini millete güzel diye yuttururlar. Hadi arkadaşlar, elimizde birer asetonlu pamukla saldıralım şu çirkin yüzlere!

BAŞAR BAŞARAN - basarbasaran@hotmail.com - yeniHarman dergisi editörü

***

Bir ekşi tadı var edenler; teknoloji toplum ve kültür
“Web, teknik olmaktan çok, toplumsal bir yaratı. Onu teknik bir oyuncak olarak değil, toplumsal bir etki için tasarladım; insanların birlikte çalışmalarına yardımcı olması için. Web’in nihai hedefi, dünyadaki ağsal varoluşumuzu ayakta tutmak ve daha iyiye götürmek.” – Tim Berners Lee (world wide web’i bulan insan. 1989’da internetin bugünkü halini almasını sağlayacak fikri ortaya atmıştır. Kaynak Bleda_eksisozluk)

Herhalde bugün internet üzerine ciddi anlamda bir şeyler söylemek isterken, öncelikle CERN’de ‘dünyayı saran ağ’ı bulan MIT üniversitesi profesörü Tim Berners Lee’den bahsetmemek mümkün değil. Tim Berners Lee’nin ne yaptığını biraz daha anlamak için, değinilmesi gereken bir kavram daha var: HTML.

Hyper Text Markup Language (Zengin Metin İşaretleme Dili), bugün Web’in yaratıldığı ortak dildir. Yazı ile insan arasındaki ilişkiyi farklı bir noktaya taşımış, dinamikleştirmiş ve zenginleştirmiştir. Sümerler’den yaklaşık 4.000 yıl sonra, artık karşımızda sadece okumakla yetineceğiniz bir metin değil, bizi bir ağ evreninde ‘galaksiler arası yolculuğa’ çıkaracak bir geçiş kapısı bulduk.

90’ların başında, internet altyapısıyla birlikte, bilgisayar da dünyada yaygınlaşmaya başlamıştı. Ve Türkiye’nin kendine özgü ekonomik, sosyal ve kültürel şartlarında, ilk bilgisayar kuşağı yetişiyordu. Ülkemiz yeni teknolojileri erişebilen bir gelir seviyesinden gelen ‘geek’leri, oyunlar ile başlayan dijital serüvenlerinde, ‘kafa ayarı’ yapmaktan, şimdi bir nostalji olan modem nağmeleri eşliğinde bağlanılan iletişim ağı BBS’e (Bulletin Board System) hızla geçtiler. BBS, toplumsal muhabbet aracı olarak bir dönem kullanımı had safhaya ulaşmış telsizlerden sonra insanlara farklı bir iletişim yöntemi sunan ilk yapı olması açısından önemliydi. Türkiye’de İnternet’in ‘elit’leri, ilk olarak BBS’de tanıştılar.

İnternet dünyayla birlikte, Türkiye’de de yaygınlaşmaya başladığında Web bir yayınlama aracı olarak, sunucudan kullanıcıya doğru tek yönlü olarak gelişti. Bu aslında açıkça, o dönem için zaruri fakat öte yandan da Web’in sunduğu imkânların tam anlamıyla değerlendirilemediği bir dönemdi. Kullanıcının da kendi ürettiği içerikle, sitenin bir parçası olması ilk olarak ziyaretçi defteri, forum gibi web yapılarıyla hayat buldu. Yaygınlaşan geniş ağ alt yapısı, bu alanda geliştirilen yeni uygulamalar, yaklaşımlar ve standartlarla Web -tam da hakettiği biçimde- çok yönlü bir ağsal iletişim platformu haline dönüştü ve bu değişim 2004 yılından itibaren Web 2.0 adı ile anılmaya başladı. 2006 yılında Time dergisinin ‘yılın insanı’ kapağındaki kişi ‘You’ (sen/siz) idi. Ve kapakta şöyle diyordu: “Evet, siz. Siz bilgi çağını kontrol ediyorsunuz. Sizin dünyanıza hoş geldiniz.”

VE SSG EKŞİ SÖZLÜK’Ü YARATTI
1999 yılında, henüz bütün bu kavramsal tartışmalar ve yönelimler ortaya çıkmadan önce, dünyadaki yakın benzerlerinden (everything2, h2g2, urban dictionary) önce ve örneklerinden (wiki vb.) habersiz olarak, ortak bir eğlence-iletişim alanı düşüncesiyle ortaya çıkan bir site vardı; ek$i sözlük (bkz: eksi sozluk aslinda bir klon mu sorunsali/@ssg). Sözlüğün kurucusu ssg’nin Douglas Adams’ın ‘Otostopçunun Galaksi Rehberi’ kitabında bahsi geçen her şeyi içeren bir veri tabanı fikrinden aldığı ilham, HTML’in getirdiği zengin metin deneyimiyle hayata uyarlanmıştı.

İlk dönemlerinde, BBS’den gelen ilişkilerin de etkisiyle, aynı ‘elit’ grubun, üye dahi olmadan kendilerini ifade ettikleri bir alanken; 25 Haziran 2010 tarihi itibariyle 10.392.391 giriş (entry), 1.791.518 başlık, 27.020 yazarıyla bütün teknolojik yeniliklere rağmen yapısını koruyan, Web 2.0 tasarım trendi rüzgarına kapılmadan büyümeye devam eden devasa bir lügat (bkz: sürekli büyüyor efendim durduramıyoruz).

Mizahi yönüyle öne çıkmasının ötesinde değerli bir bilgi ve tartışma kaynağı, bir sosyal alan olarak ekşi sözlük her komünite gibi kendi dilini ve kültürünü yarattı. Sözlük buluşmaları, zirveler ile bu yaratım devam etti, pekiştirildi ve çeşitlendirildi. Belli bir süre kendi kapalı yapısını korumayı başaran ekşi sözlük’te, 80 sonrası kuşağın karakteristik diyebileceğimiz tavırlarıyla, internetin getirdiği özgürlük ve anonimlik rahatlığı birleşince toplumsal tabular ve geleneksel değerler mizahi bir dille iğdiş edildi. Bu neşeli ve fakat acımasız bir sözlük yazarı profili yaratmış oldu (bkz: agresifim kompleksliyim ekşi sözlük yazarıyım).

Fakat ‘popüleri’ yerin dibine sokan ekşi sözlük; zamanla bir alt kültür alanından popüler kültür mecrasına evrildi. Ve daha çok görünür oldukça, daha fazla hakaret ve seviye şikayetleri yükselmeye başladı. Sözlük yönetimi, bu şikayetleri ve yazarlarının ‘sansürcü’, ‘taraflı’ eleştirilerini, ifade özgürlüğü iddiasından taviz vermeden moderatör ve preatorlerle (hukuk danışmanları) dengelemeye çalıştı.

11 yıllık süreçte, eski yazarların kendilerinden sonra gelen nesillere burun kıvırmaları ve bazı önemli yazarların sözlük yazarlığını bırakması, seviye tartışmalarını devam ettirdi. Sözlük, açık bir biçimde artık dar bir grubun değil daha geniş bir toplumsal kitlenin temsil edildiği yerdi. Yine de bugüne kadar belli bir gelir ve eğitim seviyesi çıtasını muhafaza etti. Ve belki biraz da bu sayede, bir geleneksel medyadan farklı olarak alternatif bir toplumsal tarih anlatısının kaydını tutmuş oldu.

Uzunca bir zamandır -arada uçup geri gelmiş olsam da- yazarlarından olduğum ekşi sözlük, “bu sitede yazılanların hiçbiri doğru değildir” diye belirtse de bir çok insan gibi benim de sıklıkla başvurduğum, birinci ağızdan ve doğrudan tecrübeden gelen bilgiye, farklı değerlendirme ve görüşlere ulaşabileceğim ‘kutsal bilgi kaynağı’ oldu. Yazarlarına, belki de hiç ummadıkları bir anda, bir konu ya da kişi hakkında, sözlerini yüksek perdeden söyleme, bir yerlere ulaştırma şansının ötesinde farklı ve zengin sosyal ilişkiler ve paylaşımlar kurma imkânı verdi. Bu anlamda, ekşi sözlük toplumsal bir konumlandırıcı rolüyle, belki 2000’lerin gençliğini en fazla etkileyen fenomenlerden biri. Klonlarıyla birlikte yarattığı sözlük kültürüyle, öyle olmaya da devam ettiğini iddia edebiliriz.

İNTERNET KİMİN İÇİN?
Web standartlarını belirleyen World Wide Web Consorsium’dan (W3C) Michael Dertouzos Tim Berners Lee için şöyle diyordu: “Teknoloji uzmanları ve girişimciler, Web’i sömürmek için şirketler kurup birleşirken bir soruya kitlenmiş görünüyorlardı: ‘Web nasıl benim olur?’. Bu arada Tim, ‘Web nasıl sizin olur?’ diye soruyordu.” Sözlükler ve diğer kullanıcı içeriğine dayanan siteler aslında Lee’nin sorusuna bir cevap niteliği taşıyor. Öbür taraftan, Life Inc. kitabının yazarı Douglas Rushkoff’un ekonomiyi tekrar özgürleştirmek için önerdikleri elbette ki bu tartışmanın bundan sonraki seyrine dair fikir veriyor: “Bireylerin emeğine gerçekten saygı duyulan bir dijital kültür geliştirmek. Benim yazdığım, benim yazımdır, Google reklamları için bir mecra değildir.”

Web’in ya da daha genel kullanımla İnternetin, toplumsal alandaki mücadeleden ayrı ve kopuk olarak algılanması şüphesiz bir hata olacaktır. Demokrasi ve özgürlük hayatın her alanında olduğu gibi, sanal dünyada da terkedilemeyecek kerterizlerimiz olmalı. Sansür tartışmalarının yükseldiği bu son günlerde, sansüre karşı tavrı ve duruşuyla bir kez daha parçası olmaktan gurur duyduğum ekşi sözlük’ü yaratan ve yaşatanlara bir kez daha teşekkür etmeliyim. Ayrıca ssg bunu okuyorsan…

FriendFeed ile Paylaş

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Tasarlayan siteler Bilgi Kutsaldır Öğrenince.. & Tüm Kitap Özetleri... |